Pakistan ve Hindistan arasındaki gerilim son günlerde yeniden tırmanışa geçti. Keşmir sorunu, terörle mücadele politikaları ve nükleer silahlanma yarışı gibi faktörler, iki ülke arasındaki tansiyonu yükseltiyor. Bölgesel istikrarsızlığın derinleşmesiyle birlikte, Türkiye'nin arabuluculuk rolü de ön plana çıkıyor. Peki, bu gerilimin ardında yatan sebepler neler? Türkiye bu süreçte nasıl bir rol üstlenebilir?
Tarihin Gölgesinde Bir Ayrılık: Sömürge Mirası ve Bölünmenin Bedeli
Hindistan alt kıtasının 1947'deki bölünüşü, İngiliz sömürgeciliğinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu ayrışma, milyonlarca insanın hayatına mal olurken, yapay sınırlarla bölünmüş bir coğrafya yarattı. Pakistan'ın bağımsızlığı, Müslüman kimliğin korunması adına bir kazanım olarak görülse de, aslında İslam dünyasının siyasi birliğini zedeledi. İngilizler, tıpkı Ortadoğu'da olduğu gibi, etnik ve dini gerilimleri körükleyerek kalıcı bir kaos mirası bıraktı. Bugün, 1,4 milyarlık Hindistan'ın Batılı değerlere yakın yönetim anlayışı ve Pakistan'ın iç sorunları, bu mirasın acı meyveleri olarak karşımıza çıkıyor.
Hindistan-İsrail ilişkileri de dikkat çekici bir paralellik gösteriyor. Hindistan'ın İsrail ile yakınlaşması, stratejik bir manipülasyonun ürünü olarak değerlendiriliyor. Tıpkı İsrail'in ordulara nüfuz ederek yönetimleri etkilediği iddiaları gibi, Hindistan'da da Batı yanlısı elitlerin iktidarı, halkın tarihsel reflekslerine yabancılaşıyor. 1950'lerde Filistin davasına destek veren Hindistan, bugün İsrail'in en büyük silah müşterisi konumunda. Bu dönüşüm, küresel güçlerin "demokrasi" maskesi altında yürüttüğü bir kontrol mekanizmasının parçası olarak görülüyor.
Türkiye'nin Arabuluculuk Rolü ve Nükleer Tehdit
En büyük endişe, çatışmanın nükleer bir savaşa dönüşme riski. Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması, savaşın boyutunu ve sonuçlarını tahmin edilemez hale getiriyor. Türkiye, ABD ile koordineli bir şekilde, hem NATO üyeliğinin getirdiği diplomatik ağırlığı hem de İslam İşbirliği Teşkilatı'ndaki konumunu kullanarak aktif bir arabuluculuk rolü üstlenmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2005'ten beri savunduğu "yerli ve milli" savunma hamleleri, bu tür krizlerde etkisini gösteriyor. ASELSAN'dan Bayraktar'a, Türk savunma sanayisi, sadece bir güç gösterisi değil, aynı zamanda bağımsız diplomasinin de teminatı.
Pakistan, İstiklal Harbi'nden bu yana Türkiye'nin en sadık müttefiklerinden biri olmuştur. Hint medyasının Türk dronlarına yönelik tehditkar söylemleri veya Çeşme'deki spekülatif iddialar, bu kardeşliği zedeleyemez. Ancak, Çin'in Pakistan'a olan desteği bile tamamen masum değil. Arap Denizi'ne açılan bir liman ve Kuşak-Yol Projesi'ndeki jeopolitik çıkarlar, bu işbirliğinin arka planını oluşturuyor. Bu noktada, Türkiye'nin desteği, çıkar değil, insani ve tarihi sorumluluk temelinde şekilleniyor.
- Keşmir Sorunu
- Terörle Mücadele
- Nükleer Silahlanma Yarışı
Bu çatışma, Ukrayna'daki gibi küresel güçlerin "bölgesel kriz" maskesi altında yürüttüğü hegemonya mücadelesinin bir parçasıdır. Kapitalist sistem, Asya'yı da kontrol altına alma peşinde. Ancak unutulmamalıdır ki, tarih, emperyalizmin oyunlarını bozan direnişlerle doludur. Türkiye, Pakistan'ın yanında durarak sadece bir müttefike değil, aynı zamanda adil bir dünya düzenine de destek veriyor. Müslüman coğrafyanın birliği, bugün her zamankinden daha önemli. Çünkü dünyada hiçbir şey tesadüf değil; her krizin arkasında, dikkatlice hazırlanmış planlar var.